
Derleyen: Betül Yasemin Kökbek / Milliyet.com.tr – Tarih birbirinden eşsiz sanatçılara tanıklık etti. Bu grubun içinde yer alan ressamlar bıraktıkları eserlerle adeta tüm zamanlara damga vurdu. Üzerinden yüzlerce yıl geçse de hâlâ hayranlıkla karşılanıyorlar. Birçok ressamın adı tarih sayfalarına yazılsa da içlerinde nadide kalmış bazı isimler de bulunuyor. Ancak Henricus Antonius van Meegeren tüm bunların dışında bir isim. Bir ressam olsa da ünü başka bir yeteneğiyle bugünlere ulaşmış, üstelik resimden uzaklaşmadan. İşte Henricus Antonius van Meegeren’in akıllara durgunluk veren hikayesi! direksiyon eğitmeni

YETENEĞİNİ KİMSE GÖRMEDİ, TAKLİTÇİ DEDİLER
1889 yılında Hollanda’da da dünyaya gelen Van Meegeren küçük yaşlardan itibaren sanata meraklıydı. Hayali başarılı bir ressam olmaktı ancak babası onun mimar olması konusunda oldukça kararlıydı. Babasının isteği üzerine mimarlık fakültesine girse de bir yanı hep resimde olan Meegeren, okulu bırakmaya ve ardından resme yönelmeye karar verdi. Takvimler 1913 yılını gösterirken fakülteyi bırakıp Lahey Kraliyet Sanat Akademisi’ne girdi. Orada eğitim görürken aynı zamanda öğretmenlik yapmaya ve portreler, manzaralar çizmeye başladı.

Eserleri ilgi görse de eleştirmenler onun taklitçi olduğunu ve eserlerinin özgün olmadığını söyledi. Gelen acımasız eleştirilerden sonra hak ettiği değeri almadığını görünce farklı bir yöntem denemek istedi. Bir teknikten başka bir tekniğe yönelmek gibi düşünmeyin. Tıkır tıkır işleyecek bir plandı onunkisi.
Eserlerinin özgün bulunmamasının ardından eski usta ressamların eserlerini taklit etmeye karar verdi. İşe ilk olarak 1920 yılında Hollanda’lı portre ressamı Frans Hals’ı taklit etmeye başladı ancak asıl ününü 1930 yılında Fransa’nın Roquebrune-cap-martin kasabasında bir atölye tutması ve atölyesinde ünlü ressam Johannes Vermeer’i taklit etmesiyle kazandı. Neredeyse 5-6 yılını taklide adayan Meegeren, 17. yüzyıldan kalma eskimiş kanvas tablolar satın alarak üzerine taklit resimler çizdi ve bunları satarak zengin oldu. Resim yaparken özellikle dikkat ettiği şey kendi döneminde kullanılan boyalardan ziyade daha eski bir görünüm vermek için 17. yüzyıla ait boya tonlarını yakalamaktı. Mavi renk için Lapis Lazuli taşlarını ezip toz haline gtirmiş, beyaz kurşundan sarı rengi, bakırdaki oksitten yeşil rengi elde ederek 17. yüzyıla ait pigmentleri ustalıkla kullanmıştı. Onu yıllar sonra usta bir isim yapacak bir diğer yöntemi ise aseton testinden geçebilmesi olmuştu. O yıllarda yağlı boya, kuruması çok uzun süren bir boya olduğu için yeni yapılmış bir resim asetona batırılmış pamuk darbeleriyle anında renk veriyordu ve bir resmin yeni olup olmadığı buradan anlaşılabiliyordu. Resimlerinin yeni yapıldığının anlaşılmaması için yaptığı bir resmi bakalit denilen ve 20. yüzyılda yeni keşfedilmiş bir madde kullanarak pazarlamış ve böylece elindeki tabloların eski bir eser olduğuna herkesi inandırmıştı. şişli direksiyon eğitmeni

ESKİ GÖRÜNSÜN DİYE EVİNDEKİ TOZLARI KULLANDI
Tablolarına eski bir görünüm vermek için uyguladığı son hamlesi ise vernikleme işleminden sonra evindeki eşyalarında bulunan toz parçacıklarını serpmek olmuştu. Toz parçaları verniğin üzerine yapışınca sanki tablo birkaç yüzyıldır duvarda asılı duruyormuşçasına eski görünüyordu. Kendine has teknikleriyle usta ressamların eserlerini taklit edip birde yüzlerce yıllık eserlermiş gibi pazarlamasının ardından en büyük başarısının 1936-1937 yılları arasında olduğu tarihe not düşüldü. Gerçeği Johannes Vermeer tarafından yapılmış ‘Emmaus’ta akşam yemeği’ eserini taklit etmesinin ardından dönemin usta sanat tarihçisi Abraham Bredius’un övgüsünü alınca işler karıştı. Taklit tablosuyla ismi ün yapan Meegeraen’ın tablosu Rotterdam’daki Boijmans van Beuningen Müzesi tarafından milyonlarca liraya satın alındı.

Ancak kariyerinin en büyük olayı II. Dünya Savaşı sırasında yaşandı. Bir Nazi liderleri olan Hermann Göring’e, Johannes Vermeer’e aitmiş gibi gösterilen bir tablo satmasıyla adı resmen tarihe geçti. II. Dünya Savaşı sırasında Hollanda, Nazi işgali altındaydı. Sanat eserleri, özellikle de Hollanda Altın Çağı ressamlarının tabloları, yalnızca estetik değil aynı zamanda milli kimliğin bir parçası olarak görülüyordu. Johannes Vermeer’e ait eserler ise nadirliği nedeniyle adeta kutsal bir değer taşıyordu. Tam da böyle bir ortamda Van Meegeren tarafından ustaca yapılan eserler bir koleksiyon niteliğine sahip görülüyordu. Nitekim Hermann Göring’e satılan tablolarında hiç şüphe çekmediği gibi Göring, tabloyu bir hazine gibi kabul etti ve koleksiyonunun en kıymetli parçalarından biri yaptı. Ancak işler yolunda gitmedi ve Meegreen savaş bitince Hollanda’da Nazilerle işbirliği yapanlar arasında yargılanmaya başlandı. Van Meegeren, ‘ülkenin kültürel mirasını Nazilere satmak suçuyla yargılandı ve vatan haini damgası aldı.
MAHKEMENİN ÖNÜNDE RESİM ÇİZDİ
Yargılanmak üzere mahkemeye çıkarılınca yolun sonuna geldiğini anladı ve kariyerinin zirvesindeyken büyük bir itirafta bulundu. Göring’e satılan tablonun gerçek bir Vermeer tablosu olmadığını, onun kendi yaptığı sahte bir eser olduğunu söyledi. Elbette bunun imkansız olduğu düşünüldü ve kimse ona inanmadı. Çünkü eğer bu doğruysa, sanat dünyasının en saygın uzmanları onlarca yıl boyunca bir ressam tarafından kandırılmış olacaktı ancak gerçek tam da buydu.

İtirafı kabul edilmeyince ondan mahkeme gözetiminde bir tablo yapması istendi. Eline fırçasını aldı ve Vermeer tarzında yeni bir sahte tablo resmetti. Bir sahne performansı gibi heyecanla izlenen bu sürecin sonunda tablo, üslup, boya tekniği ve kompozisyon açısından o kadar ikna ediciydi ki uzmanlar yanıldıklarını kabul etmek zorunda kaldılar. ‘Beni idam ederseniz yaptığım bütün sahte vermeer tabloları sonsuza kadar vermeer’e ait olacaklar’ şeklinde yaptığı açıklaması dilden dile yayıldı. Olayın ardından Meegeren usta bir sahtekar olarak hainlik suçundan aklansa da sahtekarlık suçundan hapse atıldı. Sanat sahteciliğinden hüküm giyen Van Meegeren 1 yıl cezasını çekip çıkacaktı ancak hapiste kalp krizi geçirmesinin ardından hayatını kaybetti.
Sanat dünyasından isimler Van Meegeren’in sanat taklitçiliğinin babası olduğunu ve taklitçiliğin bir sanata dönüşmesinin onunla başladığını düşünüyor.
Bugün müzelerde sergilenen Johannes Vermeer eserlerini görenlerin ise akıllarında hala aynı soru var: ‘Ya bu sahte olanıysa?’.
